NUR SANATI

KUR'AN A YAŞ SINIRI KOYMAK ZULÜMDÜR…!

Posts Tagged ‘Risale-i Nur’

İNSAN’IN ÖNEMİ VE PEYGAMBERLİK

Posted by barbarosseferde Mayıs 30, 2008

bizkackisiyiz.com sitesi açıldığı günden bu güne kadar vatana millete ve bu ülke halkının maddi manevi kalkınmasına nasıl hizmet etti bilmiyorum ama bazı üyelerinin çatallı dillerinden sadır olan zehirli kelamlarla islam dinine saldırmaya ve safi zihinleri bulandırmaya başlamışlar bile…

Şaman Türksoy adında isminden (ya da takma isminden)anlaşılacağı üzere nasıl bir ruh hali taşıdığı ayan beyan ortada olan bu şahıs yazılarıyla İslam’ı hedef alıyor…

Ben burada bu adamın iddialarına değil sadece Kur’anın gerçeklerine yer vereceğim.İlmi namusu varsa okur mütaala eder.

Kainat sonsuz kudret sahibi cenab-ı Allah tarafında yaratılmıştır.Bilimsel olarak yada kalbi olarak nasıl mütaala ederseniz edin eğer hakikatin yüzünü kendi rengine boyamayan saydam bir pencereden kainatın neresine baksanız bunu anlayabilirsiniz.

Kainatta uzayda cari olan yaratılış kanunları gele gele taa atomların içindeki parçacıklarda bile caridir.Öyle ki atomun içerisinde atom çekirdeği etrafında dönen elektronları gören bir bilim adamı başını kaldırıp semaya baksa evet bu atomu yaratan kimse şu güneş sistemini yaratan da odur diyecek.Çünkü yaratılmış sanat üzerindeki birlik alameti çok zahir ve açık.

Sonra, kainatın kendi kendine bir tesadüf eseri ortaya çıktığını artık Darwinci geçinenler bile iddia etmediği için Allah’a şirk koşan fikre hitaben; ey ahmaklar görmüyormusunuz kainattaki herşey birbiriyle bağlanmıştır.Kainat bütün içindekilerle beraber tek bir bütündür.Ayrılma, ve bir cüzünün istiklaliyetini kabul etmez.Her kainat sakini bu kainat sistemine ve komplex kanunlarına tabidir.Bu demek oluyor ki kainatta en ufak birşeyin başka birşey tarafından yaratıldığını düşünmek için ister istemez o ufak şeyi yaratacak olanın bütün kainatı yaratacak ve idare edecek bir kuvvet ve kudrette olması gerekiyor.Aksi halde bir sinek yaratmak imkansızdır.Çünkü bir sineğin yaratılabilmesi için kainatın bütün organ ve azalarıyla yaratılması gerekiyor.

Demek kainata yaratan birdir ve kudreti yarattıklarına benzemeyecek derecede sonsuzdur ve büyüktür…

Soru: İnsanın ne önemi var ki kainatta bir zerre gibi olduğu halde Allah onu muhatab alarak kendine elçi yapmış?

Cevap:”İ’lem Eyyühel-Aziz!(Ey Aziz Kardeşim Bil Ki) İnsanın bir ferdi, ihata-i fikriyesiyle(fikrinin kuşatıcılığı ile), aklıyla, kalbinin vüs’atiyle(kalbinin genişliği ile) bir nevi külliyet(genellik,karmaşıklık ve büyüklük) kesbeder(kazanır). Ve keza insanın bir ferdi, hilafet(Allah’ın emriyle kainatta tasarruf yetkisine sahip olma.) hususunda âlemin eczasıyla(her parçasıyla) şuurca(bilinç noktasında) alâkadar olduğundan nebatî(bitkisel) olsun hayvanî olsun pek çok nevilerde tasarruf sahibi bulunduğundan, nev’i(yani bir tek fert değil bir mahlukat taifesi kadar tek başına önemli) gibidir. Ve bu itibarla insanın bir ferdi nevi’ler sırasına geçer. Binaenaleyh gerek hayvanatın, gerek semeratın(meyvelerin) nevi’lerinde vukua gelen mükerrer(tekrar eden) kıyametler, hevam(böcekler) ve haşeratta vücuda gelen senevî haşir ve neşirler, insanın da her bir ferdinde câridir.(yani insan bir ferd olarak haşirde cismen ve aynısıyla iade edileceği gibi cenab-ı Allah mesela sinekler taifesini kışın öldürür bir anlamda o taifeyi vefat ettirir ve bir yaz mevsiminde birden önceki senede nasılsa öyle bütün taifesini diriltir iade eder.)” Bediüzzaman Mesnevi
Nuriye

Yani insan birtek insan olmakla beraber şuuru olduğu için kainatın tamamı kadar değerli olabilir(şuuru ve kalbinin nuruna göre).Mesela Cenab- Allah’ın Peygamber efendimize asm. “Sen olmasaydın Felekleri yaratmazdım.” demesinin bir hikmeti budur. Çünkü o ümmi peygamber kainatı şuurunu ve kalbini nurlandıran Vahiy ışığıyla öyle bir okumuş ki kainatta olan bütün Ayetleri görmüş ve gözü bu dehşetli manzara karşısında bir an bile titrememiş kamaşmamış.Bu sebeple, Kainat bir sanatkarı tanıtmak amacıyla yapıldığından eğer bu güzellikleri bu kainatta zerre kadar da olsa okuyup anlayacak şuuru sahibi kimse bu kainat umumen onlar için onlar görsün anlasın idrak etsin diye yaratılmış demektir.Demek ki insan küçklüğü ile beraber taşıdığı kalp ve şuur vasıtasıyla Güneşlerin gezegenlerin kıymetini aşarak Allah’a elçi ve sevgili kul olabilir.Bu abes değildir.

Abes olan kainatı maddeden müteşekkil ve cansız hayal ederek bu kadar muntazam sanatın tesadüfen yada sebepler vasıtasıyla ortaya çıktığını düşünmek ve söylemektir.

Türklüğü bir meslekmiş gibi elllerine alan ve kendini Türk bilenler…Ben de Türk’üm ve iftiharla söylüyorum ki bir insanın Türk olması için Müslüman olması lazımdır.Orta Asyada kımız içen Şaman büyüsü yapan genleri bile artık bizden farklılaşmış konuştuğu dili anlamadığınız Allah’a inanmayan birisi sırf adı Türk olduğu için nasıl benim milletimden olabilir?

İşte genetik olarak bizden daha fazla Hun ve Türk olan Bulgarlar,Macarlar,Finlerin bir kısmı,bir kısım Tatar ve Kazak kabileleri…İşte hepsi meydanda bakınız hangi ortak yanınız var ve aynı millettendir demeye hangi benzerlik veya hangi bağ kalmış.Madem kalmamış Türk denilen adam Müslümandır.Müslüman değilse Türk olamaz.Bu cümlelerimden azınlıkları dışladığım anlaşılmasın halklar arasında vatan bağı veya din bağı veya dil bağından en az birisi varsa bu halklar kardeş olmalıdırlar.Bir hane mensupları gibi birlikte ve ayırım olmaksaksızın hak önünde eşit olarak yaşamalıdırlar.Bu saydığım üç kriterin tamamen dışında kalanlarla ise barış ile hoşgörü ile yaşamak gerekir.

bizkackisiyiz.com bu vatanı seviyorsanız insanların imanına ilişmeyin.imansız bir insan herşeye zaralıdır.vatana da millette de devlete de…

babarossefere

Posted in Yazılar | Etiketler: , , , , , , , , , | 19 Comments »

Tesettür Risâlesi keşfedilirken (6) – Tesettür, kişiliği ön plana çıkarır – Yasemin GÜLEÇYÜZ

Posted by barbarosseferde Mayıs 29, 2008

Bediüzzaman Hazretlerinin kaleme aldığı Tesettür Risâlesi’nin Birinci Hikmeti’nde yer alan kavramları anlayabildiğimiz ölçüde açma çalışmalarına devam ediyoruz. Rabbimiz, fark edip anladıklarımızı her an hayatımıza ihlâsla (sadece Allah’ın rızasını kazanmayı hedefleyerek) aktarabilme güç ve iradesi versin…

“Ve tesettür ile nâmahremin iştihasını açmamak ve tecavüzüne meydan vermemek, zaîf hilkatı emreder ve kuvvetli ihtar eder. Ve bir siperi ve kal’ası çarşafı olduğunu gösteriyor.”

Bediüzzaman Hazretleri burada kadınlara çarşaf mı giyin diyor? Kur’ân’ın tesettür emrini sadece çarşaf mı karşılar? “Siper” ve “kal’a” tabirlerini tercih hikmetleri ne olabilir? Kur’ân’ı ve sünneti ölçü alan Tesettür Risâlesini okuyan, anlayıp hayatına aktarmaya çalışan hanımlar için çarşaf ne anlam ifade eder? Bu çerçevede günümüzde epeydir gündemde olan tesettür defileleri ve tesettür modası kavramlarını nasıl açıklamak gerekir?

Yazımızda bu soruların cevapları üzerinde duralım…

ÇOK RENKLİ, ÇOK IRKLI, ÇOK DİLLİ BİR DİN

Tesettür Risâlesinin başında yer alan Ahzab Sûresinin 59. âyet-i kerimesinde “celâbîbihinne” denilerek çoğul olarak zikredilen kıyafetin tekil ismi “cilbab”dır.

Cilbabın ne olduğu konusunda İslâm ulemasının muhtelif yorumları vardır. Bununla birlikte “Omuzları örten başörtüden, ayak topuklarına kadar inen bir örtüye kadar bu işi gören her kıyafete şâmildir” diyen âlimlerin kat’î kanaati bulunmaktadır.

Dinimizde çarşaf giymek mecburiyeti yoktur. Kur’ân-ı Kerim çarşafı emretmez, tesettür emri ile “tek tip” bir kıyafet üzerinde durmaz. Zira dinimiz çok dilli, çok renkli, çok ırklı olmakla birlikte, çok farklı giyinme tarzlarını da bünyesinde barındırmaktadır. Kaynağını Kur’ân’dan alan tesettür emrinin uygulanışı her ülkede muhtelif şekillerde olmakta; coğrafî şartlar, gelenekler, tercihler ön plana çıkmaktadır.

Sözgelimi, sadece ülkemiz sınırları dahilinde bile tarihî seyri içinde başı örtülü peştamallı Trabzonlu hanımın tesettürlü kıyafeti ile ehramlı Erzurumlu kadının kıyafeti tesettür emrini karşılamakla birlikte, tarzları çok farklıdır.

Kur’ân-ı Kerîm’in tesettür emrinde açık ve net olarak anlaşılan şudur:

n El, ayak, yüz görünecek.

n Uygun bollukta olacak, vücuda yapışıp hatlarını göstermeyecek.

n İnce olup da altını belli etmeyecek tarzda giyinecek.

Bu standartlar dahilindeki her kıyafetin kadın için uygun olduğu konusunda âlimlerin kat’î ittifakı vardır.

Zaten yukarıda tesettürlü kıyafetin taşıması gereken zikrettiğimiz hususları da Peygamber Efendimiz (asm) Sahabe hanımlarından Hz. Esma’ya bizzat kendisi göstererek, ifade etmiştir.

TESETTÜR KADININ KİŞİLİĞİNİ ÖN PLANA ÇIKARIR

Bütün bu ölçüleri bir araya getirdiğimiz zaman ortaya çıkan tablo şudur: Önemli olan tesettür emrini uygulamakla “nâmahremin iştahını açmamak” yani “dişi”liğini ön plana çıkarmayacak bir “kişi”lik sergilemektir.

Mü’min bir insan olarak bize düşen Kur’ân-ı Kerim’in tesettür emrini uygulamada çarşafı tercih eden bir hanımın bu tercihine hürmet etmektir. Zaten “Tesettür sadece çarşafla temin edilir” görüşüne koca bir İslâm tarihi ve ülkeleri gereken cevabı vermektedir.

Peki, Bediüzzaman Hazretlerinin “siper, kale, çarşaf” kelimelerini tercih etmesindeki hikmetler ne olabilir?

Bu soruya en güzel cevaplardan bir tanesini, kendisini “ateist” olarak tanımlayan yazar Ece Temelkuran vermekte…

ÖRTÜ, ZIRH VERİR İNSANA…

“Kadın olarak toplumsal hayatın içinde var olmak ise hâlâ bugün bile tehlikelidir. İşyerinde tacizler, sokakta sözlü saldırılar… Bugün, bu kadar çağdaş elitimiz bile iş yerlerinde ‘genç güzel kadınları’ yumuşak yumuşak, ince ince taciz etmiyor mu? Bu ikilemlere hangi insanın benliği dayanır?

Örtü, ‘Ben kadınım ve bana zarar verirsen bir kadına değil, bir Müslüman’a saldırmış olursun’ zırhını verir insana.

Cumhuriyetin devrimleri ve sonrasında o devrimlerin gündelik hayatta uygulanışı kadınlara erkek egemen düzene karşı sosyal veya hukukî olarak bu kadar güçlü bir zırh sağlayabildi mi? Cevabını bütün kadınlar bilir. Bu kadar yazıp çizmeme, hiçbir dine inanmamama rağmen, itiraf edeyim ki, bu ikiyüzlü erkek dünyası içinde bazen ben bile kapanmak istiyorum. Türban takmak, çarşafa girmek değil, üstüme büyük bir nevresim çarşafı örtüp çıkmak istiyorum sokağa. Ve eminim işini gücünü yaparken binlerce tacize maruz kalan birçok kadın da böyle istiyordur.” (Ece Temelkuran, 19.9.2007, Milliyet)

İnsan “ateistim” dese de fıtratının sesini susturamıyor işte değil mi? Bu ses o kadar güçlü ki, Bediüzzaman Hazretlerinin tabiriyle kadının “zayıf hilkati tesettürü emredip ve kuvvetli ihtar ediyor.”

Evet, işte Kur’ân’ın tesettür emrine riâyet etmek kadını hürriyetine böyle kavuşturuyor.

SEFİH MEDENİYETİN MODA PERDESİ ALTINDAKİ ESARET Sefih medeniyetin “özgürlük, çağdaş yaşam, moda” perdesi altında kadını esir etmek için kullandığı cazibedar tuzaklar…

Kadını “bakılacak bir dişi” haline getiren, “teşhir eden” ticârî çarklar…

Tüketim ekonomisinin, kadının maddî mânevî varlığını iliğine kadar emmek için kullandığı yöntemler…

Bir yönüyle de “Ekonomik özgürlüğü kazan, elindekileri bize aktar!” mantığı ile açıklanabilecek gösteriler, şovlar…

Defileleri ortaya çıkaran faktör ise moda şüphesiz. Moda adı altında kadını çepeçevre kuşatan güzellik malzemelerinden, saç stiline, giyilen kıyafetlerden takılan aksesuarlara, dinlenen müziğe kadar uzanan esaret zincirinin halkaları…

TESETTÜR VE DEFİLE YANYANA GELİR Mİ?

Son yirmi yıldır ülke gündemimizde yer etmeye başlayan “Tesettür defilesi” kavramı ise tam bir ucube! Sadece bu kavram bile tesettür konusunda zihinlerimizin ne kadar karıştığının en bariz delillerinden bir tanesi.

Çünkü “tesettür” ve “defile” kelimeleri taşıdıkları mahiyet itibarıyla birbiriyle yan yana gelemeyecek iki kelime.

Tesettür kadının “kişiliğini” kimliğini ön plana alırken, defile “dişiliğini” göstermeyi hedeflemekte, kadını bakılacak bir meta haline getirmekte. Tesettür defileleri bu cihetiyle mahiyetinde tesettürün ruh-u aslîsini inciten mânâlar, haller taşımakta.

Aynı zamanda sefih medeniyetin, Kur’ân’ın hükümlerine açıkça muhalefet etmektense “değişip dönüştürmeye” çalışmasına da ibretli bir örnek teşkil etmekte.

DEFİLELER DÜNYEVÎLEŞTİRİYOR

Tesettür defileleri, aynı zamanda gelir seviyesi yükselip, zenginleşmeye başlayan dindarların artık sıkça muhatap olduğu en büyük İlâhî imtihanlardan!

Zira bu ülkede asgarî ücretle insanlar yarı aç, yarı tok ev geçindirmeye çalışırken “moda-defile-marka kıyafetler” esareti içinde bu kıyafetlere kucak dolusu para harcamak zekâtı emredip, sadakaya teşvik eden, yardımlaşma ve dayanışmayı öğütleyen bir şefkat dininin mensuplarına ne derece yakışmakta?

Hele de Bediüzzaman Hazretlerinin tabiriyle “şefkat kahramanı” olan kadınların bu konuda daha duyarlı olmaları gerekmez mi?

KIRMIZI ÇİZGİLER…

Tesettür defilelerini ortaya çıkaran faktör, şüphesiz tesettürün modası…

Aslında tesettür modası da, yine tesettür defilesi gibi ucube olan zihinlerimizdeki tesettür kavramı kargaşasının işareti durumundaki ayrı bir kavram. Moda zamana göre değişen, vücudun belli noktalarını ön plana çıkaran ögelerle donatılmakta. Kur’ân’ın tesettür emri ise on dört asırdır değişmiyor. Sadece kadının giyeceği kıyafetin sınırlarını tesbit ediyor, tercihi onun hür iradesine bırakıyor. Sınırları çizmekle birlikte “Helâl dairesi keyfe kâfidir” düsturunca modanın tesettürün ölçülerine tâbî olmasını da engellemiyor!

Ama söyler misiniz kırmızı çizgilere yakın durmak her zaman tehlikeli değil midir? Çok dikkat etmeye çalışmak gerekmez mi? Hele de bu hudut çizgileri İlâhî olursa?

25.05.2008

Posted in Yazılar | Etiketler: , , , , , , , , , | 12 Comments »